Dilovası'nda faaliyet gösteren Diler Demir Çelik Fabrikası'nın geçtimiz günlerde çıkan hortum fekaletinde hasar gördüğü ve bu yüzden filitrelerinde problem olabileceği konuşuluyor. 
 
Diler Dermir Çelik fabrikası o kadar yoğun duman çıkartıyor ki, özellikle  D 100 karayolunu kullanarak  Dilovası üzerinden geçenler  fabrikada yangın çıktığını düşünüyor.
 

 

Dilovası ile ilgili makale : 

Dilovası’nda Kanser Vakaları Artmaya Devam Ediyor

Hakan Sönmez

1960’lı yıllarda sanayileşmenin başladığı Kocaeli’ye bağlı Dilovası’nda, bugün 5 organize sanayi bölgesi, 1 sanayi sitesi, 193 sanayi kuruluşu bulunuyor ve 20 binden fazla işçi çalışıyor. Yaklaşık 45 bin nüfuslu bu sanayi havzasında kanserden ölümlerin oranı Türkiye ve dünya ortalamasının üzerinde. Ve her yıl kanser vakaları gittikçe artmaya devam ediyor.
 
Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğu, 8 Ocakta Dilovası’yla ilgili bir rapor açıkladı. Bu rapordan, kapitalizmin insan sağlığını ve doğal çevreyi ne kadar hiçe saydığını bir kez daha görmüş oluyoruz. Hamzaoğu yaptığı araştırmada şöyle diyor:
“Dilovası bölgesindeki kanserden ölümlerin hem Türkiye, hem de dünyaya oranla daha fazla sıklıkta olduğunu tespit ettik. Hava kirliliği ile ilgisini araştırdık. Kandıra ve Dilovası’nda her ay hava ölçümleri yaparak ağır metal analizlerini yaptık. Kandıra ve Dilovası’nda araştırmaya katılmayı kabul eden hamile kadınların hamileliklerini araştırdık. Doğumdan sonra da annenin sütünden ve bebeğin kakasından ilk örnekleri aldık. Araştırmalarımız şu anda devam ediyor. Sonuç beklentilerimizi doğrular şekilde çıktı.”
“Dilovalılar cehennemde yaşıyorlar. Kandıra ile Dilovası arasında inanılmaz bir fark var. Dilovası’ndaki anne ve bebekler cehennemin kurbanları. Vücutlarında kadmiyum, alüminyum gibi metaller var. Bunlar insan vücudunda doğal olarak bulunan metaller değildir.”
Yine Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Bölümü, 1995-2004 arasında, Sağlık Bakanlığı verileri ve ölüm kayıtlarını tarayarak, Dilovası’nda her 3 ölümden 1’inin kanserden olduğu tespit etmişti.
 
Hazırlanan rapora göre 1995-2004 yılları arasında gerçekleşen ölümlerin %32’si kanserden kaynaklanıyordu. Kocaeli Üniversitesinin 2006 yılında yayınladığı ön raporun ardından Dilovası için TBMM’de araştırma komisyonu kuruldu. Komisyonun tavsiyeleri doğrultusunda bölgede hava kalitesi izlemeye alınarak kanser erken tedavi merkezi kurulmuştu. Ancak kurulan komisyon tespitten ve de tavsiyeden öteye gidemedi. Kadınların sütünde doğalında insan vücudunda olmayan alüminyum, kadmiyum gibi metallerin çıkması, kanser ve sakat doğum olasılığını yükseltmiştir. Yani geçen sürede hava kirliliğinin önlenmesi konusunda bir ilerleme yaşanmamıştır.
Gerçekler ve burjuva kurumların ikiyüzlülüğü
 
Kocaeli Üniversitesinin yayınladığı rapora karşı, Kocaeli valisi yayınlanan raporda bilimsel verinin olmadığını söylüyor ve ölüm oranlarını bakın ne şekilde açıklıyor: “Özellikle kamuoyunda gündeme gelen Dilovası ve kanser ile ilgili elimizde bilimsel bir veri yok. Raporu açıklayan hocalarımız ile görüştük. Raporun daha bitmediğini bize ilettiler. Bitince Sağlık Bakanlığı ile ortaklaşa neler yapılması konusunu görüşeceğiz. Ancak açıklandığı gibi 10 kişiden 3 kişi kanser oluyor gibi bir durum yok. 2006 yılından bu yana elimize ulaşan resmi verilerde bu görülüyor. 2006 yılında Dilovası’nda 3 erkek, 4 kadın kansere yakalanmış. 2007 yılında 7 erkek, 6 bayan, 2008 yılında 8 erkek, 12 bayan, 2009 yılında ise 10 erkek, 5 bayan kansere yakalanmış. Bunlar hastanelere başvurmuş kişiler.” Yani valinin söylediğine bakılırsa son 4 yıl içinde kanserden ölenlerin sayısı 55 kişi. Vali üniversite gibi bilimsel araştırmaya yapmaya gerek duymuyor. Basit bir hesap yapıp geçen yıllar içinde hastaneye başvuran kanser hastalarının sayısını toplayıp sonuca varıyor. Doğrusu çok bilimsel bir araştırma! Ancak valiliğin vardığı sonuç bile hastalığın ne kadar yaygın olduğunu göstermeye yetiyor.
Vali raporda bilimsel veri bulamıyor, ancak Dilovası’nda yaşayan ve oradaki fabrikalarda çalışan işçilerin söyledikleri, her şeyi açıkça ortaya koymaya yetiyor. Mahalle kahvesinde oturan işçilerden Rahmi Dursun, kuzenini kanserden kaybettiğini anlatıyor: “Geceleri burada kokudan durulmuyor, göz gözü görmüyor. Özellikle sabaha karşı fabrikaların bacalarından yoğun bir duman çıkıyor. Burada herkesin bir yakını ya kanserden ölmüş ya da kansere yakalanmış durumda.” Deterjan fabrikasında çalışan ve kanser tedavisi gören 63 yaşındaki Sami Dinçer ise nasıl kansere yakalandığını şöyle anlatıyor: “Deterjanlar ambalaj olduktan sonra temizlik yapıyorduk. Maske takıyorduk ancak faydası olmuyordu. Çok yoğun deterjan tozu vardı. İç organlarım durma noktasına gelmişti. İlk önce bağırsak tembelliği gibi şeyler söylendi. Doktor, ‘neler yapıyordun?’ diye sordu. Çalıştığım yeri anlattım. ‘Deterjanlardan olmuştur, bir anda olmaz, uzun bir süre sonunda oluşur’ dedi. Eylülde ilk ameliyatımı oldum. 4 aydır da kemoterapi görüyorum.”
Bölgede yaşayan ve fabrikalarda çalışan işçilerin söylediği gibi neredeyse her insanın, ya kendisi kanser veya yakın bir akrabası. İşçilerin anlattıkları, kanser vakalarının ne sıklıkla yaşandığının yanında, kansere yakalanmalarının sebebinin hem oturdukları bölge hem de çalıştıkları fabrika ortamı olduğunu çok açık ortaya koyuyor. Vali gerçekliği görmezden gelerek sınıf tavrını yani sermayenin hizmetinde olduğunu açıkça göstermekte ve ölümlerin patronların kâr hırsından kaynaklandığı gerçeğinin üstünü örtmeye çalışmaktadır.
Ölümlerin sebebi sermayenin kâr hırsıdır
 
Kocaeli, demir, çelik, kimya, petrol, otomotiv ve lastik sektörü olmak üzere 400’ün üzerinde büyük ölçekli sanayi kuruluşunun bulunduğu, her gün fabrika bacalarından kimyasalların havaya saçıldığı bir havza. Hele ki Dilovası’nda olduğu gibi işçi mahallelerinin fabrikalarla iç içe geçtiği bölgelerde, işçilerin hasta olma olasılıkları çok daha artmış oluyor. Bölgedeki işçilerin anlattığı üzere, fabrikalarda iş güvenliği önlemleri alınmadığı için zaten işçiler fazlasıyla kimyasal solumuş oluyorlar. Dolayısıyla daha uzak bir bölgede oturan bir işçinin de bu işyerlerinde çalıştığı sürece kansere yakalanma riski normalin çok çok üstüne çıkıyor.
İşçiler hem çalıştıkları işyerlerinde büyük bir risk altında hem de fabrikalarla iç içe geçen mahallelerinde. İşletmelerin %38’ini metal, %20’sini kimya, %13’ünü depolama, %7’sini maden işkolu oluşturuyor. Fabrika bacalarından çıkan gazlar ve kimyasal atıklar çevreyi yaşanmaz hale getirmektedir. 2006 yılı ön raporuna göre, Dilovası Organize Sanayi Bölgesi’nde işletme belgesi alma zorunluluğu bulunan 116 işyerinin %65’inin işletme belgesi bulunmamaktadır. Dilovası Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteren ve inceleme kapsamına alınan 34 işyerinden %62’si 50’den fazla işçi çalıştırmaktadır ve bu işyerlerinin işyeri hekimi çalıştırma zorunlulukları vardır. Oysa sadece %65’inde işyeri hekimi bulunmaktadır. Birçok fabrikanın arıtma tesisi yoktur.
Ayrıca TBMM araştırma komisyonu, yayınladığı raporda, sanayi kuruluşlarının kapasite artışının durdurulması gerektiğini tespit etmiştir. Ne var ki geçen sürede demir ve çelik üretimi yapan fabrikalar 50 tonluk metal eritme potasını 250 tona çıkartmıştır. Patronlar çok maliyetli geldiği için arıtma tesisleri kurmamaktadırlar. Tatlı kârlarından vazgeçmedikleri için atıklar ortalığa saçılmaktadır. Sözünü ettiğimiz atıklar sıradan çöpler değil, içinde her türlü kimyasalın olduğu, çevreyi tahrip eden, zehir saçan atıklardır.
Bizzat Dilovası Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol ekiplerinin yaptığı denetimlerde, bölgeye yaklaşık 1000 ton endüstriyel nitelikli ve zehirli olabilecek arıtma çamuru döküldüğü ortaya çıktı. Belediye her ne kadar gerekli cezayı kestik dese de, yapılanlar göstermelik uygulamalardan öteye geçmiyor. Örneğin Kocaeli valisi aldıkları önlemleri anlatırken, 2010 yılı içerisinde çevreye duyarsız firmalara 262 bin lira ceza kestiklerini söylüyor. Yapılanların ne kadar göstermelik olduğu ortada değil mi? Her gün tonlarca zehirli atık ortalığa saçılıp, zehirli gazlar havaya salınırken, vali 262 bin lira ceza keserek önlem aldığını söylüyor. Bu para, yüzlerce işçinin ölümüne, binlercesinin hayatının kararmasına yol açan patronlar için devede kulak bile değildir. Paralarına kıyamayan patronlar, fabrikalarda hiçbir iş güvenliği önlemini almıyor, arıtma tesisleri kurmuyor, hem işçileri zehirliyor hem de milyonları ceplerine indiriyorlar.
İşte bu düzenin adı kapitalizm! Bu devlet, valisiyle belediye başkanıyla sermayenin devletidir. Bu düzende kâr için her şey mubahtır. İnsanların kanserden ölmeleri, bebeklerin sakat doğmaları hiç önemli değildir. Burjuvaların tavrı hep aynıdır. Maden göçer işçiler ölür, “bu işin kaderinde ölüm var” derler. İnsanlar kanser olup ölür, çocuklar sakat doğar, “bilimsel veri yok” derler. İş emekçilere gelince verilerin “bilimselliği” yoktur. Ancak patronların kârı söz konusu olunca her şey “bilimsel”dir. Devletin “bilimsel” kurumları ve “bilimsel” raporları hazırdır.
Sorun ne şekilde ele alınmalı?
 
Diğer taraftan her ne kadar bu sorun burjuva medya tarafından birkaç gün gündemde tutulsa da veya burjuva kurumlarca birtakım önlemler alındığı söylense de değişen bir şey yoktur. Kurulan komisyonlar veya alınan tedbirler bir süre sonra ortadan kalkmakta, patronlar yine bildiğini okumaktadır. Emekçilerin karşı karşıya kaldıkları tüm sorunlar gibi çevre sorunu da kapitalist üretim ilişkilerinden bağımsız ele alınamaz. Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumların küresel ısınmaya veya çevre kirliliğine karşı aldığı kararların ne kadar uygulandığı ortadadır. Alınan kararlara rağmen küresel ısınma artıyor, doğa her geçen gün tahrip olmaya devam ediyor. Yani kapitalistler kârlarından vazgeçmiyor, bildiklerini yapmaya devam ediyorlar.
Kapitalistlerin kâr hırsı yüzünden her gün binlerce insan kanser gibi hastalıklardan ölüyor. Kapitalistler ise insanların kansere yakalanmasından son derece memnunlar. Çünkü bu defa da ilaç tekelleri kanser ilaçlarıyla milyonları ceplerine indiriyor. Karşı karşıya olduğumuz gerçeklik budur.
Temiz hava solumak için işçi sınıfının ayağa kalkması şarttır. Kuzey Afrikalı emekçilerin başlattığı isyan, uyuyan devin ciğerine üflenen temiz bir soluktur. İşte bu soluk kapitalist sömürü düzenini tarihin çöplüğüne atacak soluktur.
 
(Kaynak: Marksist Tutum dergisi, no: 72, Mart 2011)